
Hatırlatma
Kullandığınız cihaza bağlı olarak (mobil, tablet, bilgisayar) yazının yan tarafında veya altında yer alan bölüm isimlerine tıklayarak bölümler arasında hızlıca gezinebilirsiniz.
Yazının altında yer alan paylaşma kutusundaki bağlantılara tıklayıp bulunduğunuz bölümü sosyal medyada paylaşın, sevdiklerinizle birlikte yeni âlemleri keşfedin.
Dağgözü – 2
İrkilerek gözlerini açan Awyna bir anlık sersemliğin ardından hiçbir şey demeden sıçrayarak ayaklandı. Kendiliğinden oluşmuş olsa da sadeliğiyle oldukça ustaca bir işçilikle yapılmış bir kapıyı andıran geçidin girişine yöneldi. O, tünele girerken Yeşil Elmas ilerideki köşeyi dönüyordu bile. Adımlarını hızlandırarak ilerleyip aynı köşeyi döndükten sonra bir an durakladı ve geri döndü. Köşeden az gönce geçtiği girişe baktı. Bir topu kavramak istermişçesine açtığı avucundan başlayıp dirseğine kadar hızlıca yayılan bir titreşimin ardından avucundaki her ne idiyse girişin tavanına doğru fırlattı. Ancak çok keskin gözlerin yakalayabileceği buz mavimsi kıvılcımlar ve yine ancak çok hassas kulakların duyabileceği bir rüzgâr ıslığından başka bir emaresi olmayan gizemli ve görünmez gülle göz açıp kapamadan daha kısa süren bir yolculukla hedefine ulaşmıştı. Şiddetli bir homurtuyu andıran bir gürültüyle çöktü geçidin giriş kısmı. İkinci bir atışla işini sağlama almak istermişçesine açtığı avucu ve kolu, kendi gözlerinin bile fark edemeyip ancak hissettiği bir şekilde hafifçe titremeye başlarken, Yeşil Elmas’ın sert darbesiyle savruldu.
“Dağı incitirsen dağ da seni incitir. Burada yapacaklarına nasıl bir karşılık alacağının belli olmadığını biliyorsun değil mi? Bildiğine eminim çünkü seni defalarca uyardım. Vereceğin yanıtın bir anlamı olsaydı neden böyle bir aptallık yaptın diye sorardım. Haydi, oyalanma artık, sakın yavaşlama, arkana dönüp bakma, koş” diye emirler yağdırarak yola koyuldu Yeşil Elmas.
Awyna “Taşı toprağıyla beraber belki dağın duygularını da incitmişimdir” diye kendi kendine mırıldandı alaycı sesine eşlik eden mimiklerle. Homurtuya benzer bir sesle beraber başına birkaç küçük taş parçasıyla karışık bir miktar toprak indi.
“Sadece ben değil dağ da duyuyor seni” diye Awyna’nın duyabileceği bir şekilde mırıldandı Yeşil Elmas.
Awyna bir şey söylemek için ağzını açtı ama dudaklarının arasına kaçan toprağı püflemekle yetindi.
Koşabildikleri bölümlerde koşup koşamadıkları yerlerde olabildiğince hızlı hareket ederek bir süre sonra tünelin sonuna ulaştılar. Kafasını kaldırıp da yukarı bakmayan birinin tünelin bittiğini fark etmesi pek kolay değildi. Tünelin üstü açık devamı gibi devam eden yol yarılıp ikiye ayrılmışçasına duran dağın içinden geçiyordu. Yeşil Elmas kafasını kaldırıp yukarıya baktı. Beyazıyla, kırmızısıyla, grisiyle yükseldikçe yükselen kayaların oluşturduğu devasa iki duvar arasındaydılar. Duvarlar gözün seçebileceği kadar yükseldikçe yükseliyordu, daha ötesini ise bulutlar doldurmuştu. Yolun büyük bölümünde bir kişi rahatlıkla ilerleyebiliyordu ama bazı noktalarda duvarlar birbirine yaklaşıyor bazı noktalardaysa kavuşuyordu. Kimi yerleri yanlamasına kimi yerleriyse eğilerek ya da sürünerek geçmek zorunda kalıyorlardı. Duvarların birbirine kavuşup yollarını çıkmaz bir sokağa çeviren bir bölümünü duvardan duvara epeyce bir sekerek tırmanmışlardı. Atlayamayacakları kadar yüksek sekemeyecekleri kadar kaygan görünen inişini ise bir noktaya kadar elleri bir duvarda ayakları diğerinde yatay bir şekilde inmek zorunda kalmışlardı.
Awyna başını kaldırıp yukarı bakınca alnının ortasına küçük bir taş düştü. Yol boyunca aynı şey tekrarlamış, birkaç defa başına taş yemişti. Biraz homurdanarak “Tamam, anladım, özür dilerim ve geçişimiz için bize yol verdiğin için teşekkür ederim” diye haykırdı.
Yeşil Elmas “Yürümen de özür dilemen kadar yavaş, çıkmak üzereyiz, hızlan” diye alaycı bir tonla seslendi Awyna’ya.
Dağı ve geçidi geride bırakmak üzereydiler. Yeşil Elmas zaten hızlı olan adımlarını daha da hızlandırdı. Genişleyen yolun ilerisinde sislerin arasında gizlenmiş ağaçları artık seçebiliyor ve daha oldukça uzak olsa bile kızgınlığı sesinden açıkça belli olan nehrin çağlamasını duyabiliyordu. İlerledikleri yöndeki bulutlar yüksek ağaçların tepesini görünmez kılacak kadar yere yaklaşmışlardı. Yağmur sessizce olsa bile yoğun bir şekilde boşalıyordu bulutlardan. Buralardaki havanın genellikle hep böyle olduğunu bildiklerinden yağmuru umursamadan yola devam ettiler.
Bir an önce nehri geçip kendi topraklarına dönmedikleri sürece tam olarak güvende olmalarının mümkün olmadığını biliyordu Yeşil Elmas. Gerçi kendi topraklarında da sorunla karşılaşabilirlerdi çünkü sorunun kaynağı kendi içlerindendi ama yine de topraklarının tam ortasına dikilmiş ve neredeyse geçit vermeyecekmişçesine ikiye bölen bu dağa mecbur kalmadıkça pek yaklaşmazdı. Kendi gibi olan birkaç kişi daha vardı mecbur kalmadıkça yaklaşmayan, geri kalanlar ise mecbur kalsa bile yaklaşmazdı. Canlı cansız fark etmez bir varlığın yokluğa en çok yaklaştığını hissettiği nokta burasıydı belki de bu âlemde.
Nehir boyunca bir duvar misali uzanan, çıplak iri ve gri gövdesinin üstü ötesini göstermeyen sık ve büyükçe koyu yeşil yapraklarla bezeli derg ağaçlarıyla kaplı şeride yaklaşmışlardı. Yeşil Elmas durup geriye dikti gözlerini bir şeyleri görüp anlamak istermişçesine, ona yetişip birkaç adım ötede duran ve garip bakışlarla kendisini süzen Awyna’nın meraklı bakışlarına aldırış etmeden. Âdeta bir nehrin ya da gölün içinde yürüdükleri hissine neden olup duraksamadan başlarına boşalan suya yağmur demek artık mümkün değildi. Neredeyse birkaç adım ötesini görmek mümkün değildi ama görmek istemeyenler için bile koskoca dağ sanki sadece birkaç adım ötede dikiliyordu. Ne kadar bakarsa baksın bu dağı anlaması mümkün değildi bunu biliyordu. Bu âleme gelmeden önce söylenmişti kendisine bu dünyadaki bazı şeyleri anlaması imkânsızdı ve bazı şeylerin ise hiçbir açıklaması yoktu. Bu dağ da anlaşılamayacak ve açıklanamayacak şeylerin en büyüğü ve büyük olasılıkla en ürkütücüsüydü. Kendine kızdı yine aynı düşüncelere daldığı için. Neyse o! Bu kadar basitti aslında aradığı cevap. Bunu çok iyi bilmesine rağmen dağdan kaynaklandığına emin olduğu ve hiç hoşuna gitmeyen, içini içten içe tırmalayan hislere bir anlam yükleme isteğinden alıkoyamıyordu kendini nedense.
İkisi de bedenlerinin kaldırabileceklerinin sınırlarını çoktan aşmıştı aslında ama bir an önce buradan uzaklaşıp eve dönme isteğiyle kendilerini zorlamaya devam ediyorlardı. Oyalanmamaları gerektiğini çok iyi bilen Yeşil Elmas sonunda bakınmayı bir kenara bırakıp Awyna’ya doğru birkaç adım attı. Son adımı havada asılı kalacaktı neredeyse eli hızlıca kaftanında kaybolup Yeşil Elmas’ı avuçladığında.