
Hatırlatma
Kullandığınız cihaza bağlı olarak (mobil, tablet, bilgisayar) yazının yan tarafında veya altında yer alan bölüm isimlerine tıklayarak bölümler arasında hızlıca gezinebilirsiniz.
Yazının altında yer alan paylaşma kutusundaki bağlantılara tıklayıp bulunduğunuz bölümü sosyal medyada paylaşın, sevdiklerinizle birlikte yeni âlemleri keşfedin.
Dağgözü
Yeşil gözlerini hiç kırpmadan, gözleri kadar hareketsiz bir şekilde oturduğu yerden, aşağı yukarı bir diz boyu yükseklikte havada asılı duran ve rengi gözlerinin rengiyle ayırt edilemeyecek olan sekizgen bipiramit elmasa dikmişti. Elmasın varlığını bilenlerin sayısı çok azdı görenlerinse daha da az. Bilenler bile, hiçbir zaman sahip olamayacakları bir fırsatla, çok dikkatli ve arayan gözlerle derinliklerine bakmadıkça rengindeki çok küçük ton değişimlerinin ve içindeki hareketliliğin görülemediği bu gizemli elmas hakkında pek bir şey bilmiyordu işin doğrusu. İçinde bulundukları andaki gibi soğukta etrafını ısıtan, âlemlerinde pek bulunmayan karanlık yerleri biraz aydınlatan, sahibinin göz rengiyle özdeşleşmiş büyülü bir yeşil elmas. Gözlerinin rengi! Elmas mı rengini gözlerinden almıştı yoksa gözleri mi rengini elmastan almıştı kendi bile emin olamıyordu bazen. Kesin olan tek şey bu yeşil elmas Yeşil Elmas’ın Yeşil Elmas’ıydı. Sadece renk değildi paylaştıkları isim de aralarındaki sarsılmaz bağın bağlayıcı bir yansımasıydı.
Üzerindekilerin kuruluğunu mu yoksa bedeninin kırık dökük bir tarafı olup olmadığını mı yoklamak istediği belirsiz bir şekilde dolandı eli göğsünden omuzuna oradan da parmak uçlarına kadar ineceği koluna. Birkaç adım ötede sırtını duvara yaslayıp uyuklayan Awyna’ya baktı. Genç adamın nereden nereye nasıl geldiği geçti bir an aklından. Uzun, zorlu, birçok şeyin apaçık belli olduğu belirsizliklerle dolu uzun bir yolculuğun sessizliğe bürünmüş bu anında ulaştıkları bu noktaya kaydı düşünceleri gözleriyle beraber. Dağgözü.
Oturduğu yerden dikkatlice inceledi içinde bulundukları dikey dağdaki bu mağaramsı yatay çukuru. Mağaranın dışa açılan ve ne girişi ne de çıkışı olan açıklık, üst tarafı kirpikleri andıran ağaç, sarmaşık ve kayalardan oluşmuş saçaklarla süslü bir göz gibi görünüyordu doğrusu ama bulundukları yer ismini bu görüntüsünden almıyordu. Dağgözü’nden dağın büyük kısmını görmek olası olduğu için mi yoksa dağ Dağgözü ile olup biteni gördüğü için mi burası bu adı almıştı, cevabını bulamayacağı bu soru üzerinde fazla düşünmedi. Kalkıp kenara doğru birkaç adım attı. Orağı andıran bir yapısı vardı dağın. Dağın tam karşısında kalan ucundan başlayarak yavaşça çevirdi bakışlarını başıyla beraber bir şeyler ararmışçasına. Yontulmanın da ötesinde neredeyse özenle kesilmiş gibi görünen dik kayalar ve bazı yerlerden kayalıklara çakılmış birer kazıkmışçasına dikine uzanan birkaç ağaçtan başka bir şey görmek mümkün değildi. Aslında karaltı olarak gördüklerinin zihnindeki izdüşümüydü sadece tüm bunlar ama başka gözler için bu kadarını da görmek muhtemelen mümkün değildi. Aşağıda ise sadece bulutlar vardı, Dağgözü’nün hizasından başlayıp ne kadar aşağıya indiği belli olmayan. Üzerlerinde yürümeye kalkarsam beni taşır mı bu bulutlar diye düşündüren kalın, karaca ve içini de ötesini de göstermeyen bulutlar. Farklı bir görüntüsü hiç olmadı dağın ve Dağgözü’nün. Gayriihtiyari yukarıya çevirdi gözlerini gökte bir şey görebilir miyim dermişçesine. Hiçbir farklılık yoktu son bakışından bu yana. Sonu belirsiz bir karanlık, her an bakan gözleri kendine çekip derinliklerinde kaybetmeye hazır duygusunu uyandıran, kusursuz bir sessizlik içinde bakmaya cüret edenlerin içiyle beraber dışını da titreten “benim adım Yokluk” haykırışı kulakları çınlatan, dizleri eriten simsiyah ötesi kapkara bir gök.
Yeşil Elmas’ın bu zifiri karanlık gök ile arasında gözleri dışında hiç bir fark yoktu doğrusu. Başındaki simsiyah shemagh gözleri dışında tamamen sarmalıyordu başını. Bol mu dar mı olduğu anlaşılmayan bir üst, üzerinde görünmez birkaç küçük cepçik barındıran kemer, ön kollarını yutan eldivenler, diz altına kadar inen kaftan, rahat ve seri hareket etmesi için dizlerinin biraz altından bileklerine kadar ayırt edilmesi mümkün olmayan siyah bağcıklarla sarılmış yarı bol şalvar ve şalvarın paçalarını içine alan ayak bileklerinin bir karış kadar üzerine kadar olsa da kendisinden başkasının varlığını ya da ne kadar yukarı çıktığını anlayamayacağı çizmeler. Üzerindeki her şey simsiyahtı. Gözleri dışında kıyafetleri tarafından kapatılmayıp görünme ihtimali olan tek yer göz kapaklarıydı ama onlar da simsiyahtı ki onların karalığının savaş boyasından mı yoksa ten renginden mi geldiğini bilmek olanaksızdı. Bir zamanlar akı ve siyah bebeği olan yeşil gözünün yeşil olmayan kısımları da şimdi tıpkı yeşil elmas gibi tamamen yeşildi. Üzerindeki kıyafetler kadar siyah bir köşede birileri onu görecek olsa görecekleri tek şey havada asılı duran bir çift yeşil göz olurdu, o da gözlerinin açık olduğu varsayılırsa.
Sonucunu önceden bilse bile dönüp dolaşıp bakışlarını göğe dikmeden edemiyordu. Aradığını yine bulamayınca vücudu bir şey belli etmese de içi hayıflanıyordu. Her ne kadar kendi siyahla bu kadar içli dışlı olsa da hiçbir anında karadan başka hiçbir şeye yer vermeyen bir tavana alışması mümkün değildi. Hayıflanışının dışa yansıması olan titreyerek verdiği nefesle beraber gözünü tekrar dağın karşı kısmına çevirdi. İçindeki huzursuzluğun baskısıyla görmek zorunda olduğu bir şey varmışçasına dikti gözünü tam karşıya. Bulutlar arasındaki savaşın mı oyununun mu eseri olduğu belli olmayan şimşeklerin oluşturduğu ışık titreşimleri ve onlara eşlik eden savaş narası mı oyunlara eşlik eden sevinç ve heyecan haykırışları mı olduğu belli olmayan gök gürlemelerinden başka hiçbir şey görülmüyor ve duyulmuyordu.
Bir an için ışık titreşimlerinde bir farklılık hissetti ama farklılaşmanın baktığı yerden kaynaklanmadığını çok iyi biliyordu. Hızla dönüp havada asılı duran Yeşil Elmasa bir bakış attı. Seri bir şekilde kayarcasına bir hamleyle elmasını avucuna alıp boynunda varlığı belli olmayan siyah kolyeye iliştirmesi bir oldu. Bir an için havada asılı duran bir üçgen oluşturan üç yeşil gözle doldu Dağgözü ama avucunda görünmez olan elması gömleğinin içine yerleştirmiş olmalıydı ki gözlerin sayısı tekrar ikiye indi.
“Awyna, gidiyoruz” diye seslendi ayağıyla hâlâ uyuyan gencin ayağını dürterken.